Abdullah Baba Hz.

HADiM’ÜL FUKARA ABDULLAH GÜRBÜZ (KS)HAZRETLERİ HAYATI

İslam âleminin ve Tasavvuf yolunun müstesna bir ferdi, ilim, irfan, edep, tevazu, ask ve vecd hali ile, Islam’in rahmet kapılarını insanlığa açan Hadim-ül Fukara Nevşehirli Abdullah Gürbüz (KS) Hazretleri 5 Nisan 1933 yılında Nevşehir ilinin Herikli Mahallesinde Dünyaya teşrif etmişlerdir.
4 erkek, 1’i kız, 5 kardeş olan Abdullah Baba(KS) Hazretleri’nin Babası, Nevşehir eşrafından (Gubbasanogullari) lakabıyla tanınan Mahmut efendi, muhterem valideleri ise Feride hanımdır.


Abdullah Baba (KS) Hazretlerinin daha çocuk yaslarda iken, pek çok harikulade halleri ve rüyaları cereyan etmiştir. Emsalleri ile oynamaya ve eğlenmeye iltifat etmeyerek Allah-u Teâlâ Hazretlerine kul olmanın en büyük saadet olduğunu anlamış ve küçük yaslardan itibaren, Hak’k yolda mücadele etmeye başlamıştır. Bunun yanında da elinden geldiği kadar insanlara yardımcı olmaya çalışmıştır. Uçsuz bucaksız bir feyiz kaynağı olan

Abdullah Baba (KS) Hazretleri, henüz 7 yaşlarında iken bebesi Mahmut Efendi, Kurşunlu Camii İmamı Saatçi Hafız Efendiye götürür ve ona Kur-an’i Kerimi öğretmesini söyler. O Camide, hem Kur-an’ Kerim öğrenip, hem de Müezzinlik görevini sürdürür. Fatihayi Şerifi her okuduğunda “Bu ümmil kitaptır, bunun sırrına mahzar olalım Ya Rabbi” diye ağlar, dualar eder.
Abdullah Baba (KS) Hazretleri genç yasta ticarete atılmış ve henüz 17 yaşında iken muhterem zevceleri, Âmine Hanim ile evlenmişlerdir. 3’ü kız, 3’ü erkek, 6 çocukları olmuştur. Fakat Züleyha ismindeki kızı ve Ebubekir ismindeki oğlu küçük yasta vefat etmişlerdir.
Bu ikisinden hariç, 1953 yılında büyük kızı Hatice dünyaya gelmiştir. Bundan sonra 7 yıl çocukları olmamış, 1960 yılında, ikinci çocuğu Hasan dünyaya gelmiştir. 1964 yılında ortanca kızı Aişe ve 1966 yılında da küçük oğlu Nuh Naci dünyaya gelmiştir.
1953 yılında askere giden Abdullah Baba (KS) Hazretleri 1956 da, askerlik vazifesini tamamlayarak memleketine döndükten sonra, bir yandan ailesinin nafakasını kazanmak ile uğraşırken, asil gayesi olan Allah’a kulluk görevini yerine getirmek için ibadetler yapıyor, ayni zamanda ilim kitapları okuyordu, bunlar arasında, Saidi Nursi Hz.lerinin risalei nur külliyatını büyük bir ihlas ve samimiyetle okumaya devam eder. Aradan bir müddet geçer ve o zamanda Said-i Nursi Bediüzzaman Hazretleri rüyasında ona risalesinin tamam olduğunu ve Kadir-i Tarikatından bir Mürsid-i Kamile intisap etmesini söyler. Rüyayı gördüğü günün sabahı Sih Aga isminde bir zat evlerine gelerek;
Sen, bugün ne rüya gördün?, diye sorar. Daha sonra Sih Aga cebinden bir kağıt çıkarır;
“Abdullah Efendi, bu ders, Abdülkadir Geylani Hz.’lerinin dersidir”, buna iyi çalış, diye nasihat eder. Bundan sonra, onun verdiği dersi çekmeye baslar, bir yandan da baba mesleği olan deri imalatçılığına devam ederek imal ettiği derileri, civar illere götürüp satar, bu şekilde geçimini sağlardı.
Bir gün İskilip’e deri satmaya gider ve asil tasavvuf yolundaki en önemli yolculuğu bu vesile ile baslar. Kendisi, Çorumda ki, Mürsid-i Kamil Hacı Mustafa Anaç (KS) Hz.’leri ile görüşüp 1960 yılında gördüğü rüyasını o zata anlatmış ve ondan da Rufai dersi almıştır.
Bu tarihten itibaren Abdullah Baba (KS) Hazretleri bir takim manevi haller yasamaya baslar ve içindeki yangını söndürecek, kendini Allah ve Resulüne vasıl edecek Hak dostu bir Mürsid-i Kamili, Cenabı Zülcelal Hazretlerinden niyaz eder ve bu yakarışı sonunda rüyasında 1965yilinda, Hızır (AS) ve Adem (AS)’in işareti ile Antep de bulunan Kadiri üstadı Muhammed Bilal Nadir (KS) Hazretlerine intisap etmiştir.
Bilal Nadir Hazretlerinin himmet ve feyzi ile kısa zamanda kendisinde büyük manevi değişimler zuhur etmiştir fakat Bilal babanın 1969 yılında vefat etmesinden dolayı durmayarak, kendisini Hakka vasıl edecek olan Mürsid-i Kamili istiharesinde Hızır (AS), İlyas (AS) ve Zekeriya (AS)’in işareti ile, Çorumlu Hacı Mustafa Efendi Hazretlerine intisap etmiştir.
Bundan sonra Abdullah Baba (KS) Hazretleri gönlündeki volkanı bir nur seli halinde akıtacak, Ledünni İlminin anahtarını verecek, gayelerin gayesi olan Allah’a kavuşturacak, O’na teslim edecek zatı bulmuş ve üstadına tam bir teslimiyet göstererek manevi yolda ilerlemeye başlamıştır. Bununla beraber maddi yönden sıkıntılı ve çok meşakkatli günleri olmuş ama bir an dahi Hakk’ın rızasından ayrılmamıştır.

1971 yılında üstadı ayakkabı alıp satmasını söyler ve bu tarihten itibaren kundura isine baslar. Bir yandan ailesinin geçimi için çalışıyor diğer yandan Allah ve Resulüne olan bağlılığı, muhabbeti gün geçtikçe artıyordu.

Çorumlu Haci Mustafa Anaç Hazretleri, Abdullah Baba (KS) Hazretlerinde ki cevheri görmüş ve onun vuslata erebilecek kabiliyette birisi olduğunu anlayarak manen onun yetişmesi için çalışmıştır.
1978 yılına gelindiğinde Abdullah Baba (KS) Hazretleri Konya ya Mevlana Celaleddin-i Rumi (KS) Hazretlerini ziyarete geldiklerinde, türbenin hizmetinde bulunan bir zat kendisine iltifat göstererek;
Efendim, bu gece dîvan burada toplandı. Size manevi görev verilmesi için işaret ettiler. Mevlana hazretleri sizin için çok hoş şeyler söyledi. Bütün piranlar tasdik ettiler ancak Muhammet Nakşibendî hazretleri daha erken olduğunu söyledi ve ileri bir zamana tehir ettiler. Sizinle tanışmak istedim, bizlere duacı olun, der.
Yıl 1980’e geldiğinde ise Abdullah Baba (KS) Hazretleri rüyasında kırklar divaninin toplandığını ve orada bir takim sorular sorup o hali müşahede ettiğini görür. Ertesi gün üstadı çorumla Hacı Mustafa Efendi Hazretlerine giderek gördüğü rüyasını anlatır. O zat da kendisine;
Masaallah, Sübhanallah evladım kırklar divanına girmişsin. Sen hayret makamında görmüşsün. İbrahim Hakki hazretleri de böyle hayret etmişti de hayret makamında su dizeyi söylemişti.

Hak serleri hayr eyler
Zannetme ki gayr eyler
Arif ani seyr eyler
Mevla görelim neyler
Neylerse güzel eyler

Ancak gece ve gündüz çalışmamız lazım, köy köy, kasaba kasaba, kaza kaza dolaşıp, Allah’ı unutan bu millete, Allah’ı sevdirmeyi ona kul olmayı öğretmeliyiz, der.

İrsadi

Abdullah Baba (KS) Hazretleri 1985 yılında irşat vazifesine başlayarak Yurtiçinden ve Yurtdışından binlerce talebesine Allah ve Resulünün sevgisini aşılamaya ve bu gaye ile hayatlarını sürdürmeleri için önlerinde her zaman ışık olmuştur.

O tarihten itibaren memleketinden ziyade Yurtiçi ve Yurtdışı seyahatlerinde bulunarak gittiği her beldede insanlara vaaz ve nasihat ederdi.

Mübarek zatin pek çok kerametlerini bizatihi gören insan sayısı oldukça fazladır. Sohbetlerinde her zaman Allah ve Resulünün söylediklerini düstur edinmemizi ve hayatımızı bu ölçüde yaşamamızı öğütlerdi. Âlim, ilim adamı ve çeşitli meslek gruplarından feyiz ve sohbetinden istifade eden pek çok kişi var idi.
Kendisi ayni zamanda Mevlevi üstadı olup Mevlana ve Şems Hazretlerinin çağlar üstü açtıkları aşk ve muhabbet yolunun mürebbisi ve önderi idi. Gerek Yurtiçinde ve gerekse yurtdışında sema gösterileri tertip ederek insanlara;
‘‘Gel, gel yine de gel, bin kere tövbe şişesini kırsan da yine gel. Bu dergâh ümitsizlik dergâhı değildir” sözü ile kucak açmış, şefkat ve merhamet ile yaklaşmıştır.
Âlemlerin efendisi Hz. Muhammed Mustafa (SAV)’in her hal ve hareketini hayatinin her zerresinde tatbik ederek, Ümmet-i Muhammed’e ışık tutmuştur.
Büyük mürşidin, ilim ve irfan neşri, güzel âleme kavuşmasına sebep olan hastalığına kadar devam etmiş, 19 yıl irşat seccadesinde oturmuşlardır.
Sureti ve sireti şeriatı mudahharaya ve sünnet-i seniyyeye uygun, güzel tabiatlı, zahit, cömertliği ve elinin açıklığı herkese şamil, kutsi nefesleri ve açık kerametleri ile tanınmış kâmil bir mürşit idiler.

Manevi Görev Verilisi

1982 yılında üstadının işareti ile itikâfa girmiş, Nefsin yedi makamını aşarak Seyri sülûkunu tamamlamıştır. Artık Abdullah Baba (KS) Hazretleri, denizlerin kendisine aktığı bir umman olur.
Yaşadıkları dönemde, insin ve cinnin en hayırlısı ve en şereflisi olan Mürsid-i Kamil zatlar, Hakk’a arz olunduktan sonra yer ehli, gök ehli, bütün alemler bu zatları tanırlar. Onlar için;
Peygamber Efendimiz (s.a.v) söyle buyurmuşlardır:
– Allah bir kulunu sevdiği zaman Cebrail’e (a.s.) ;
– Ben onu seviyorum. Sende sev der.
Cebrail’de o kulu sever. Gök halkı arasında Allah ( c.c ) filan kulu seviyor sizde seviniz diye haber verir. Onlarda onu severler, sonrada yeryüzünde müminlerin kalbine onun sevgisi yerleştirilir .”(R.Salihin C:2/S:327)
Allah’u Teâlâ Hazretleri onlar hürmetine yağmur verir, onların hürmetine zor işler kolay olur. Onların duaları ret olunmaz. Çünkü onlar halkın içinde Hak ile bir olmuşlar, Cenabı Zülcelâl Hazretlerinin zatında değil, sıfatlarında fani olmuşlardır. O zatlar için hiçbir zorluk yoktur. Onlar, yeryüzünde ki seçilmişlerin seçilmişidir. Onlar, Allah-u Teâlâ Hazretleri tarafından hem bu dünya da, hem ahret de müjdelenmişlerdir
İtikâftan çıktıktan sonra, Çorum’a Üstadının yanına Nevşehirlilerle beraber gider ve Çorumlu Hacı Mustafa Efendi Hazretleri orada bulunan cemaate;
-“Oğlum Abdullah ile bu fakirin sekline suretine, şeytan giremez, rüyada kendisini görürseniz sahihtir.” der.
Yine 1982 yılında üstadımız Abdullah Baba (KS) Hazretleri bir rüya görür rüyasında;
Büyük bir caminin içerisinde, bütün peygamberlerin, sahabelerin ve piranların ve evliyanın olduğu halde kendisine vaaz etmesi söylenir ve o mübarek topluluğa sohbet etme şerefine nail olur. Bu haleti ruhiye içerisinde uyandıktan sonra ertesi gün üst adinin yanına giderek yaşadığı hadiseyi anlatır. Çorumlu Hacı Mustafa Hz.leri; Maşallah evladım, zaten Bilal Nadiri hazretleri, sana çok teveccüh etmiş, çok sevmiş. Nakib-i Nukaba makamına kadar getirmiş, bundan sonra her yere ders verebilirsin, çavuş, nakip yapabilirsin. Üç tane hilafet yazdım, piranlar mühürledi, ama Rasulullah Efendimiz mühürlemedi. İnşallah ölmeden önce açıklayacağım, bir bayram yapacağız der.
Abdullah Baba (KS) Hazretleri ise;
Aman efendim bir şey istemiyorum, “Ilahi Ente Maksudi ve Rizake Matlubi Ya Hazreti Allah” der.
Çorumlu Haci Mustafa Efendi Hazretleri kısa bir süre sonra Nevşehir’e ziyarete geldiğinde, orada bulunan talebelerine Nevşehir den bir güneş doğacak bütün cihanı aydınlatacak, diye söyler.
Bu arada Abdullah Baba (KS) Hazretleri adım adım maksadına doğru ilerliyor, insanları Hak yola davet ediyordu.
1984 yılı içerisinde mana âleminde kendisinin, Peygamberlerin, piranların, mezhep imamlarının ve büyük bir cemaatin Cuma Namazı kılmak için toplandıklarını müşahede eder ve yine orada kendisine vaaz etmesi telkin edilir ve orada vaaz eder.
Ertesi gün Çorum’a üstadının yanına gider ve rüyasını anlatir.
– “Masaallah! Evladım, sen irşat ile vazifelendirileceksin! Böylece insanlara Hakkı anlatıp onları doğru yola getireceksin” buyurur.

Çorumlu Hacı Mustafa Efendi Hazretleri sağlığında emanetleri teslim edecek bir Mürsid-i Kamil yetiştirmenin sevk ve muhabbeti ile Muharrem ayında, 29 Eylül 1984 tarihinde, kendi fakirhanesinde, Abdullah Baba (KS). Hz.’leri ile birlikte Nevşehir den gelen bir grup ihvanın olduğu zikir halakasinda, çok sevdiği Rabbisine kavuşmuştur.

Abdullah Baba (KS) Hz.’leri, üstadının vefatından sonra insanlara vaaz ve nasihatlerde bulunarak her dem Hakk’ın rızasını gözetmiştir. Üstadının vefatından 1 yıl sonra 1985 yılının 20 Şubat’ında bir rüya görür.
Rüyasında;
Rasulullah (SAV), evliyaullah ve 12 Piran hazretlerinin bulunduğu bir mecliste Abdulkadir Geylani Hz.’leri bir beyaz kâğıt uzatır ve;
Bu senin irşat icazetindir, der.
Efendi Hazretleri;
Efendim ben ümmiyim, vazife istemiyorum. Derviş olayım, bana kâfidir der. 3 defa bu teklif kendisine yapılır. Efendi Hazretleri reddeder. O esnada Mevlana (KS) Hazretleri de;
“Evladım, herkes ben şeyh olayım, Mürsid-i Kamil olayım diye ağlayıp sızlanırken, sana teklif edildiği halde, sen reddediyorsun” diye söyler.
Bunun üzerine Abdullah Baba (KS) Hazretleri;
“Bu çok mesuliyetli, veballi bir vazifedir. Ben ümmiyim. Üstelik piranlardan vazife alanların helak olduklarını çok gördük”. Eğer bana Rasulullah (SAV) efendimiz vazife verirse, bende bunu kabul ederim, buyururlar. Böyle söyleyince, Rasulullah (SAV) efendimiz memnun olur ve tebessüm ederek;
Evladım Abdullah, senin istediğin 5 Nisan da verilecek, buyurur.
Nihayet 5 Nisan 1985 mübarek Cuma gecesi Efendi Hazretleri ümmeti Muhammedi irşat ile vazifeye getirildiği günü mana âleminde seyreder.
O gece Çorum da, bütün geçmiş Peygamberler (AS) bir yerde, piranlar bir yerde, mezhep sahipleri bir yerde, velhasıl herkes intizamla yerlerinde toplu bir halde iken Rasulullah (SAV) efendimiz, mübarek parmağındaki mührü önünde duran süslü bir icazete basar. Sarı renkli bir mühür daha alarak aynı kâğıda tekrar basar ve ardından mübarek ağzından şu kelimeler dökülür;
“Bunu mu istiyordun, evladım Abdullah”

İşte bu esnada Efendi Hazretlerinde bir takim haller meydana gelir ve kendisine talebe olacak insanların hepsini gösterirler. Efendi Hazretleri sayısını ancak Allah’ın bildiği, kendisine talebe olacak bu topluluğu görünce;
Ya Rasulallah! Bu insanlara nasıl yetişeyim ve nerede bulayım der.
Rasulullah (SAV) Hazretleri de;
Bazen onlar senin ayağına, bazen de sen onların ayağına gideceksin. Hakkı ve Sabri tavsiye et. Kalpler Allah’ın elindedir, bundan sonra ismin Hadim-ül Fukara dir, evladım, buyururlar.

Vasiyeti

Elhamdülillahi Rabbil âlemin. Vesalâtü vesselâmü âlâ seyyidina Muhammedin ve âlâ âlihi ve sahbihi ecmain
Allah (cc)’ın selamı, rahmeti bereketi sizin ve tüm ümmeti Muhammed’in üzerinize olsun. Allah (cc)’u Zülcelâl şöyle buyurmaktadır;
“Ey iman edenler zannın birçoğundan sakının, zannın büyük bir kısmı günahtır. Birbirlerinizin ayıplarını araştırmayınız, sizden biriniz ölmüş kardeşinizin etini yemeyi sever mi? Ondan tiksindiniz” (Hucurat/12) (zaruret halinde eti yenmeyen hayvanların bile ölmeyecek kadar eti yenir ama insan etine asla müsaade edilmemiştir.) Allah (cc) dan korkun Allah (cc) tövbeleri kabul eden ve çok merhametli olandır.
Rasulallah   (sav) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirlerinizi sevmedikçe gerçek mümin olamazsınız”
Müslümanlar, hele takvayım diyen, tasavvuf yolunun yolcusuyum diyen insanlar birbirlerini sevmezlerse diğer insanlar sever mi?
Resulallah (sav) Efendimiz Ebu Cehil’e bile Ebu Cehil dememiş, insanların İslam’dan uzaklaşması için değil İslam’a ısınmaları için gece gündüz gayret sarf etmiş, gözyaşı dökülmüş, dua etmiştir Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuştur:
“Müjdeleyiniz nefret ettirmeyiniz.”
Allah (cc)’ın hidayete erdirdiğini kimse dalalete düşüremez, dalalete düşürdüğünü de kimse hidayete erdiremez.
Yüce Rabbimiz şöyle buyurmuştur;
“Deki; Ey mülkün sahibi olan Allah’ım, mülk senindir, dilediğine verirsin, dilediğinden söküp alırsın, dilediğini aziz dilediğini zelil edersin.”(Ali İmran /26)
Hidayete erdirmek yâda erdirmemek, aziz etmek ya da zelil etmek Allah (cc)’a mahsustur, insanların buna gücü yetmez. Kur-an’ın kölesiyim bendesiyim Hz. Muhammed (sav) Efendimizin yolunun tozuyum, toprağıyım. “La İlahe İllallah Muhammedun Rasulallah” diyen insanların hizmetçisiyim. “Hep incindim, beni incittiler ama kimseyi incitmedim” kimseyi incitmeyiniz, kalp kırmayınız. Bizim yanımızda bize bağlısınız, bizim yanımızdan ayrıldığınız zaman hep nefislerinize bağlanıyorsunuz.
Allah (cc)’ın Resulü Hz. Muhammed (sav) insanları takva yoluna çağırmış, o yolda en güzel örnek olmuştur. Sahabeler insanları takva yoluna çağırmışlar. Mezhep sahipleri, piranlar insanları takva yoluna çağırmışlar, bizler de takva yoluna çağırıyoruz.
Sizlerin görevi bu yola gelen insanları kaçırmak değil, gelmeyenleri bu yola getirmeye çalışmaktır. “İnsanlara ilim ile değil, hilm (tevazu) ile yaklaşınız.” İnsanların anlayacağı şekilde insanlara konuşunuz.
Allah-u Teâlâ  (cc) Musa ile Harun Aleyhisselam’ı Firavun’a gönderirken bile: “Ya Musa, Ya Harun Firavun’a yumuşak söz ile anlatın”, buyurmuştur.
Bu güzel yolumuza, bu nurlu yolumuza aşkla muhabbet ile gelen, kardeşlerinizi, bu takva yolundan kaçırırsanız veya ayrılmasına sebep olursanız, onların vebalinden nasıl kurtulacaksınız? O vebali nasıl yükleneceksiniz?
Yaptığınız herşeyi Allah (cc)’ın rızası için yapınız, birbirlerinizi Allah (cc)  için seviniz, birbirinizin ayıplarını, hatalarını aramayınız. “Kim bir kardeşinin ayıbını örter ise, Allah ‘u Teâlâ (cc) da onun ayıbını örter.”
Bu yolda olan insanlarla değil İslam’ı bilmeyen, Kur-an’ı bilmeyen, tasavvufa düşman olan insanlar ile uğraşın, onları bu yola getirmeye çalışın.
Allah-u Teâlâ (cc)  şöyle buyurur:
Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma. Çünkü sen (ağırlık ve azametinle) ne yeri yarabilir ne de dağlarla ululuk yarışına girebilirsin (İsra / 37)
Sakın ilminize, bilginize, makamınıza, mevkiinize bu yoldaki geçirdiğiniz zamana güvenip mağrur olmayınız, daima tevazulu ve yumuşak huylu olunuz, büyüklük ancak ALLAH ’a mahsustur. Güneş gibi olunuz, güler yüzlü olunuz, herkese sıcaklığınızı veriniz. Rahmet gibi olunuz, herkese dua ediniz, toprak gibi tevazulu olunuz, su gibi cömert olunuz.

Arkamdan Ağlama…
Öldüğüm gün tabutum yürüyünce
Bende bu dünya derdi var sanma!
Bana ağlama,
“Yazık, yazık!” “Vah, vah!” deme!
Şeytanın tuzağına düşersen vah vahın sırası o zamandır.
Yazık yazık asıl o zaman denir.
Cenazemi gördüğün zaman “Elfirak,elfirak!” deme!
Benim buluşmam asıl o zamandır.
Beni mezara koyunca elvedâ demeğe kalkışma!
Mezar cennet topluluğunun perdesidir.
Mezar hapis görünür amma,
Aslında canın hapisten kurtuluşudur.
Batmayı gördün ya, doğmayı da seyret!
Güneşle aya batmadan ne ziyan gelir ki?
Sana batma görünür amma
Aslında o doğmadır, parlamadır.
Yere hangi tohum ekildi de yetişmedi?
Neden insan tohumu için
Bitmeyecek, yetişmeyecek zannına düşüyorsun?
Hangi kova suya salındı da dolu olarak çekilmedi?
Can Yusuf’un kuyuya düşünce niye ağlarsın?
Bu tarafta ağzını yumdun mu, o tarafta aç!
Çünkü artık hay-huy’un, mekânsızlık âleminin boşluğundadır.

Allah (cc) ’ın selamı Allah (cc)’ın yolunda olanların üzerine olsun.

Mürsid-i Kâmil

“Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol koyduk”(Maide/48) sadakakallahulazim

“Hamd Âlemlerin Rabbi” bütün övgülerin ve kemal sıfatların sahibi âlemleri yoktan var eden yaşatan ve kemale erdiren Rahman ve Rahim olan bütün rızıkları veren, ahirette kendine iman edenlere rahmetini tahsis eden, din gününün maliki, mükâfat ve mücazat gününün sultanı Allah’a (c.c.) mahsustur. Her türlü hayır dua salât ve selam Allah’ın sevgili kulu, peygamberlerin efendisi Peygamberimiz Hazreti Muhammed Mustafa’ ya(s.a.v) ve onun tertemiz aile efradına ve kıyamet sabahına kadar ona ittiba edenlerin üzerine olsun.

Cenab-ı Hak Ayeti celilesin de buyurduğu üzere velayet kapısını açarak, Kur’an ve Sünnet sancağını peygamber varisi mürşid-i kâmillere emanet etmiştir. Onları ümmeti Muhammed’e önder ve rehber kılarak feyiz ve nur kaynağı yapmıştır. Yüzyıllar boyunca nice mürşid-i kâmilin manevi hilafetinde dalgalanan bu nurlu sancak Üstadımız Cennet Mekân Abdullah Gürbüz (ks) Aziz Hazretlerine kadar ulaşmış, O’nun manevi feyz ve bereketiyle bütün dünyayı aydınlatmış ve aydınlatmaya devam etmektedir.

   “Bana yönelenlerin yoluna uy Sonra dönüşünüz banadır”

Şunu doğru anlamak gerekir ki ehli, tasavvuf mürşid-i kâmil deyince gerçekten kendisine uyulmaya layık bir Allah dostunu kasteder. Gerçek mürşid, ahlakı hamide ile muttasıf, takva ve edebde zirvedir, nur ve feyiz sahibidir. İnsan terbiyesinde ehliyetli ve irşad işinde izinlidir. Hz. Peygamber (S.A.S.)’in vârisidir.

Aşk eri HAZRETİ MEVLANA’MIZ;

“Eğer âhir zaman âfetlerinden, fitnelerinden kurtulmak istiyorsan hiç gecikmeden, hiç vakit kaybetmeden onun eteğini yakala. O bu âlemden ölü ve ancak Allah ile diri olan bir kuldur ki Allah’ın gölgesi gibidir.”

Dolayısıyla Mürşidi Kâmilden bi haber yaşamak, böyle bir cemaatten uzaklaşmak ve dini yalnız başına yaşamaya çalışmak çok zordur.

Çünkü Allah-ü Teâlâ Hz.leri; “Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline sorun.” (Enbiya/7) buyurmuştur. Bir Mürşidi kâmile tabii olup, onların irşad ve işaretlerine göre özümüzü, sözümüzü ve davranışlarımızı düzenlemek şer-i şerife uygun, güzel ve herkes için lüzumlu bir husustur. Rasulullah (sav) bir hadis-i şeriflerinde; “Aklı başında ve kâmil olan kimselerden, doğru yolu göstermelerini isteyiniz ki doğru yolu bulabilesiniz. Onları dinleyin, söz ve nasihatlerine uyun. Gösterdikleri yoldan dışarı çıkmayın. Aksi halde pişman olursunuz”, buyurmuştur. Tasavvuf, topluca tövbe etmek, birlikte zikretmek, şeytana ve avenesine karşı birleşmek, hak için birbirini desteklemek ve cemaat halinde Allah yolunda yürümektir. Cenabı Hak Ayeti kerimesinde; “Va`tasımu bi hablillahi cemian ve la teferraku” Allah’ın ipine sımsıkı sarılın ayrılığa düşmeyin buyuruyor, Efendimiz (SAV)’de hadis-i şeriflerinde;“Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler, Allah’ın kitabı Kur’ân-ı Kerim ve Peygamberinin (a.s.m.) sünnetidir.”buyurmuşlardır. Allah dostu Mürşidi kâmiller bu iki şahit üzerine kurdukları bu münevver yolda nice asi mücrimleri iman, İslam ve aşk değirmeninde öğütüp Allah’a dost olmalarını sağlamışlardır, Efendimiz (SAV)’in; “Sizin en hayırlınız kulları Allah’a, Allah’ı da kullarına sevdirendir” hadis-i şerifi gereği yaşarlar.  Onlar “TABİBÜL KULÛB” dür. Kalp doktorlarıdır. Onulmaz hastalıklara şifadır. AŞK eri Mevlana’mızın öyle diyor;

“Bizim delilimiz, Celil olan Allah’ın vahyidir.

Hastalığı ilham ile anlarız. Biz kimseden de tedavi ücreti istemeyiz.

Ücretimiz noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah’tandır.

Onulmaz hastalıklara tutulanlara salâ!

Ey onulmaz hastalıklara tutulanlar koşun buraya! Bizim ilâcımız hastalara birebirdir.”

Nübüvvet ve Risalet Hz Muhammed (sav) de son bulduğu halde mirası nübüvvet olan velayet ve velayetin en yüksek kademesi olan kutbiyyet kıyamete kadar devam eder. Hadis-i şerifte buyrulan; “El ulemai vereset-ün Enbiya ve ulemâi ümmeti ke enbiyai Beni İsrail”buna işarettir. İmamı Gazali (r.a.)Hazretleri “el munkızu mineddalal” isimli eserinde şu izahatı yapmaktadır:-“Zahiri ilimleri bırakıp, çalışma ve gayretimi tasavvuf üzerine verdim. Yakinen anladım ki, hak yolunda olanlar ancak tasavvuf erbabı olan dervişlerdir. Onların iç âlemleri (kalpleri ), yolları ve ahlakları en güzel şekildedir. Eğer akıl, ilim ve hikmet sahipleri bir araya toplanıp da dervişleri tarikatını değiştirip ondan daha yüksek ve daha güzel bir YOL BULALIM DİYE BİRLEŞSELER, MÜMKÜN DEĞİL BULAMAZLAR.”

Tasavvuf öğretisine göre, gökteki yıldızlar gibi bu Ümmetin kandilleri, Hakikat Âlimi olan Mürşid-i Kamillerdir. Mürşidler Tarikat-ı Aliyyenin en büyük uzvudur. Çünkü onlar Varis-i Enbiyadırlar. Bunlar; Allah’ı unutmaksızın daima zikredip duran, nimetlerine karşı nankörlük etmeksizin şükreden, emirlerine karşı isyan etmemek sureti ile itaat eden, gücünün yettiği kadar dinin prensiplerini yaşayıp yaşatan, her iş ve amelde adaletten ayrılmayan, kınayanın kınamasından korkmayan insanlardır. Bu özellikleri ile görüldükleri yerde Allah’ı hatırlatan bir işaret levhası ve dinin hükümlerini koruyan köşe taşıdırlar. Bu ümmet Allah Teâlâ’nın Muradı olan bir ümmet olması münasebeti ile bu ümmete Müslüman ismini vermiş, din olarak İslam’dan razı olmuş, Peygamber olarak âlemlerin Efendisi Hz. Muhammed (sav)’i seçmiştir. Bütün bunlar O’nun bu ümmete olan şefkat ve merhametinin tezahürüdür. Üstadımız bir sohbetlerinde, Allah Teâlâ’nın bu ümmete olan şefkat ve merhametinden bahsederek buyurdu ki:

Peygamber Efendimiz (sav) çok müteessir olduğu bir gün:

            Ya Rabbi! Beni, insanlara ve cinnilere Peygamber kıldın. Ömrüm kısadır, ümmetimin ömrü de kısadır. Ümmetim günahkârdır. Ümmetin ahir zamanda yetmiş üç fırkaya ayrılacak, bunların hali ne olacak?, diye ağladı.

Cenab-ı Allah O’nun yakarışına, derhal Cebrail (as)’ı yolladı. Cebrail (as):

              Allah’ın selamı var ya Muhammedül-Mustafa. Senin ümmetinin âlimleri, Şeriatla amel edip, Tarikata sülûk eden, ihlâslı, takva olan âlimlerdir ki, bunlar senin varislerindir. Verasetül-Enbiyadır. Bunlar Beni İsrail Peygamberlerinin muadilidirler. Onlar senin ümmetini irşad edecekler. Cennetle müjdeleyici, cehennemle korkutucu olacaklar,deyince,          Peygamber Efendimiz (sav):

Elhamdülillah, Elhamdülillah, Elhamdülillah.

Seyr-i Sülûkünü tamamlayıp, Allah Teâlâ’nın zâtında değil, sıfatlarında fani olan Mürşid-i Kamiller, sadece Peygamber Efendimizin (sav) varisi olurlar. Diğer Şeyh ve Mürşitler hata yapıp, nefislerine uyabilirler. Mürşid-i Kamiller ise, asla hata yapmaz. Çünkü Peygamber Efendimizin (sav) ya Velayet nuru ile ya da Veraset nuruyla muhafaza olunurlar.

Mürşid-i Kamile bir Peygamber gibi vahiy gelmiyor. Ve bir Peygamber gibi vahiy teminatı altında da değildir. Bundan kasıt, bir Peygamber gibi mucize ortaya koymak mecburiyetinde görülemezler. Bununla beraber onlar Allah’ın ordularından bir ordudur. Allah’ın orduları ise, O’nun bilgisi dâhilindedir. Nitekim:

            “Rabbinin ordularını kendisinden başkası bilmez. Ve o insan için ancak bir öğütten ibarettir.” (Müddesir /31) buyurulur.

Bazı bilginlerin açıklamasına göre ‘Rabbin Orduları’ndan maksat; bunlar Allah’ın Velilerini oluşturan topluluktur. Asırlardır onların İslam toplumundaki şerefli yerini ve faziletlerini, gerçek ilim adamlarından kimse inkâr etmemiştir. Rabbimiz (cc) buyurur ki:

Dikkat ediniz! Allah’ın velileri için hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olmazlar” (Yunus /62)

Öyleyse, kendini boş şeylerle oyalama. Bu yolun yol kesicilerine takılarak, gerçek saâdetten mahrum olma. Bilgisi kendisine fayda sağlamayan, İslam’ın edeb kültüründen mahrum ve nasipsiz kimselerin telkinleri seni oyalamasın. Faziletine inandığın bir mürşidin himmetine erişmek için acele etmelisin.

Peygamberler ile (Allah cümlesine salât etsin) Evliyaullah’ın meslekleri aynıdır. Aralarındaki tek fark, Peygamberlerin ihtisas sahibi olmaları, delil ve hüccet getirmede mucizeye kadir olmaları ile Evliyaullah’ın onlara bağlı bulunmalarıdır. Nasıl ki peygamberlerin yolunu kesen yol kesiciler varsa, Allah dostlarının kapısına giden yolu kesenler de eksik olmayacaktır. Mevlana Halid el-Bağdadi (ks) der ki:

“Kalb ehli tarafından gözetilmek isterseniz, inkâr ehlinin sözlerine kulak asmayınız. Allah (cc)’un bir kulundan yüz çevirdiğinin alametlerinden biri de, O kulun velilerin haysiyet ve şereflerine dil uzatmasıdır. Bu söz büyüklerin kelamıdır. Kim velilerin aleyhinde konuşulan sözlere kulak verirse, o da onlardan sayılır.”

Yeryüzü kıyamete kadar Allah’ın evliyası ile şereflenecektir. Evliya, Velinin çoğuludur. Veli ise, araya isyan karışmamak üzere taatı devam eden kimsedir. Bir başka manada ise Veli; kendisine Allah’ın ihsanı aralıksız olarak devam eden kimsedir. Bir kimsenin hakikatte Veli olabilmesi için, bu iki vasfın gerçekleşmesi lazımdır. Peygamber nasıl masum ise, Velinin de Allah tarafından korunmuş olması lazımdır. (Reddü’l-Muhtar )

Mürşid-i Kâmil olan zâtlar hakkında söylenmesi gereken söz; onların vasıflarının Allah Teâlâ’nın koruması altında olduğunu kabul etmektir.

Mürşid-i Kamiller Allah’ın yeryüzündeki eminidirler. Onlarla beraberlikte çok hayır ve bereket vardır.

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sadıklarla beraber olun”(Tövbe/119)

Mürşid-i Kamiller kalp mütehassısıdırlar. Kötülüğü emreden nefsin hile ve desiselerine karşı geliştirdikleri metodla, kalpleri tamir etmede Allah onlara kabiliyet vermiştir. Sen, dinin emrettiği farzları, vacibleri ve diğer hususları, bir fıkıh âliminden alıp öğrenebilirsin. Mesela İslam akaidini bir kelam âliminden ya da İlm-i Kelama ait bir eserden öğrenebilirsin. Ama kalbinde oluşan fırtınaları, Kamil bir Mürşidin vereceği bir reçeteyle durdurabilirsin. Alimlerin ihtisas alanları değişik değişiktir. Nasıl ki kalp doktoru, ameliyat doktorunun sahasına karışmazsa, bilginler de, kendi ihtisas alanlarını aşan hususlara girmezler. Girmemelidirler. Çünkü bu Fizik ilmi değildir. Din ilmidir. Bu bakımdan, asrın getirdiği birtakım tereddütler, kalplerde olumsuz etkiler meydana getirmektedir. Bu tereddütleri gidermek için, mutlaka bir mürşide ihtiyaç vardır. “Efendim böyle bir zamanda bunlara ne gerek var!” denilemez. Gerçek saâdete, ilim ve amel bütünlüğü ile ulaşılır. Bu bütünlük, kalpte gelişmedikçe, bedene tesiri olmaz. Öyleyse, vasıflarını belirttiğimiz Mürşid-i Kamillere giderek, bu ihtiyaç giderilmelidir.

“Muhakkak ki sana biat edenler ancak Allah’a biat etmektedirler. Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim Ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdine vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükâfat verecektir.”(Fetih/10)buyurmuştur.

Allah-ü Teâlâ hazretlerinin seçkin kullarından ve peygamber varisi dostlarından biat almış hakiki manada yetkili ve etkili bir üstadın manevi terbiyesine giren kişiye Allah’a dostluk davetiyesi verilmiştir. Bu öyle büyük bir devlettir ki üstadının şahsi maneviyyesi ve indi ilahiyyede ki değeri hürmetine nihayeti Allah’a ve Resulüne vuslattır. Elhamdülillah. Koca cihan sultanı Sultan Selim Han(Rahmetullahi aleyh)anlamış da ; ‘’Kâinata sultan olmak bir kuru sevda imiş, bir mürşidi kâmile bende (müridi) olmak her şeyden evlâ imiş ‘’ demiştir.

Bir gün sahabelerden biri Hz. Peygamber’e şöyle diyor: ‘Ey Allah’ın Resulü Seni o kadar çok seviyorum ki hep yanında kalmak istiyorum, eve gidince Seni özlüyorum ve Sana geliyorum. Düşündüm ki yarın ben de öleceğim Sen de, ben cennete girsem bile Sana nasıl ulaşabileceğim, Sen nebilerle beraber yüksek makamlarda olacaksın, orada Seni görmemek yanında olamamak, endişesi beni çok düşündürüyor ve çok üzüyor.’

Resulullah, ona o an herhangi bir şey söyleyemiyor, daha sonra şu ayet iniyor: ‘Kim Allah’a ve Peygamber’e itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği nebiler, sıddıklar, şehitler ve iyilerle birliktedir. Bunlar ne güzel arkadaştır!’ (Nisa, 69)

Bu ayetin inmesinden sonra Allah’ın Resulü o sahabeye, yukarıdaki hadiste ifade edilen,‘Kişi sevdiğiyle beraberdir’ müjdesini veriyor. Ebu Hureyre diyor ki: ‘Hiçbir şey bu hadis kadar sahabeleri mutlu etmemiştir.

Başka bir gün başka bir sahabe, ‘Ey Allah Resulü kıyamet ne zaman kopacak?’ diye bir soru soruyor, bunun üzerine Resulullah da ona, ‘Sen kıyamete ne hazırladın? diye sorar. Sahabe, ‘Vallahi, Allah ve Resulü’nü sevmekten başka hiçbir şeyim yok.’ şeklinde cevap verir ve Allah Resulü de ona ‘Öyleyse sen sevdiğinle beraber olacaksın.’ buyuruyor.

İnşallah öyle ümid ediyoruz ki bizlerde Bu hadisle de anlaşılıyor ki, insan dünyada kimi severse ahirette de onunla beraber olur. Elhamdülillah Allah dostu büyük bir evliyayı seviyoruz ona bağlıyız onun gösterdiği şekliyle bıraktığı mirasa sahib çıkıyoruz ve inşallah yarın mahşerde Onunla beraber Muhammed-ül Mustafa’nın (SAV) sancağı altında hep beraber olacağız.

Hikmetli Sözleri

Cahilin sofusu, şeytanın maskarası olur.

* * *

Allah Resülünün sünnetinin ihyasında gevşeklik göstermeyiniz.

* * *

Allah (cc) ve Resulüne (sav) olan sevginin kemal bulması ancak ‘AŞK’ ile olur. Âşık, sevdiğine tam manası ile bağlı olur. Canını, malını, hayatını, her şeyini onun yolunda feda eder. Aşk, perdeleri yırtmaktır, sırları keşfetmektir.

* * *

Hayatta yaptığımız en basit hatanın bile hesabını birilerine veriyor iken bu koca ömrün hesabını vermeyeceğimizi düşünmek ne kadar abestir.

* * *

Ruh terbiye edilmemiş olursa o sevmesini bilmez. O zaman beden sevgisi akla ve kalbe hükmeder. Bu nefsanî bir sevgidir. Akıl sevgisi önde olursa kalbe, bedene ve ruha hükmeder, kişi dünyayı sever. Ama bir Mürşid-i Kamile intisab olursa, o zaman akıl gerçeği bulur. Beden Allah’ın (cc) rızasına göre çalışır ve yaşar. Allah’ı (cc) zikrettikçe de sevgi akıldan bedene gelir, bedenden göze ve kulağa gelir, oradan dile gelir. Dilden kalbe iner. Kalpten ruha sirayet eder. Zamanla ruh, bütün her şeyi ihata eder. Ruh sevgisi ön plana çıkar ve ruh her şeye yön verir.

* * *

Yaratılmış olan mahlûkatın her birinin bir temayülü vardır. İnsan fıtraten Allah’ı (cc) bilmek ve bulmak için yaratılmıştır. İnsanlarda “ Elest” hitabını, yani Allah-ü Teâlâ Hazretlerinin bizlere ilk hitabını duyurduğu o sese duyulan özlemi ruh algılar, fakat bunu kimi kadında, kimi parada, kimi de içki şişesinin dibinde arar. Ama ne kadar elde etmiş olsa da içindeki o boşluğu dolduramaz. İnsanların aradığını bulabilmesi ancak Kur’an ve sünnete tâbi olmakla olur.

* * *

Gerçekten âşık olan kimse, sevdiğinden başkasını göremez ve işitemez olur. Ona ne zaman bir şey sorulsa, hep düşündüğü sevgilisi olduğu için, sadece ondan bahseder.

* * *

Allah-u Teâlâ’ya karşı tam bir teslimiyet gösterirseniz, yaratılmış olandan asla korkmazsınız.

* * *

Gelen misafirler, rızıklarıyla gelirler. Bir tanesini yer, dokuz tanesini bırakırlar. Evinize misafir geldiği zaman; üç ihlâs bir Fatiha okuyun. Rızkınızın çoğalmasına, bereketlenmesine vesile olur.

* * *

Sakın kimseye halinizi belli etmeyin. Çünkü Cenab-ı Zülcelâl Hazretleri, kulunu bazen varlıkla, bazen de yoklukla imtihan eder. Önemli olan, her şeyin O’ndan geldiğine rıza gösterip, her halimizde şükretmektir

* * *

Evladım, gençliklerinde sürekli insanları tenkit edip, eleştiren kişiler yaşlandıkları zaman, bunama hastalığına yakalanırlar. Onun için hiç kimseyi bir hatasından veya bir özründen dolayı ayıplamayın.

* * *

Siz çocuklarınıza kırmızı elbise giydirmemeye dikkat edin. Zira bunlar nazarı çeker. Mümkün mertebe, mavi renklerde elbise giydirin, nazarı karşılar.

* * *

Sizler, çocuklarınıza kötü temennilerde bulunmayın, çocuğunuz duvara veya yüksek bir yere çıkınca, oradan düşersin veya yoldan karşıya geçerken, arabaya çarpılırsın vs. demeyiniz. İyi temennilerde bulunun. Düşmeyesin, Allah (cc) muhafaza etsin gibi. Zira Allah-ü Teâlâ Hazretleri kul neyi temenni ederse, onu yaratır.

* * *

Sizler başınıza bir sıkıntı bir dert geldiğine; “Ya Rabbi sana şükürler olsun” demeyin. Bu o verdiği sıkıntı için Allah-ü Teâlâ’ya teşekkür etmek olur ki devamını da isterim manasına gelir. Verdiği bolluk ferahlık gibi durumlarda şükredin çünkü siz şükrettikçe Mevla arttırır.

* * *

amaz mü’minin miracı, Allah’a (cc) vuslat kapısıdır, Namazı kılan “Allah’ı (cc) seviyorum” diyordur. Namaz kılmıyorsan Miracı, Allah’a (cc) gitme yolunu kapatmışsın, demektir.

* * *

Fakirleri sevelim, fakirlere yardım edelim. Kırık kalplerdedir Allah’ın sevgisi…

* * *

Resulullah’ı göremezsiniz; kocanıza itaat edin! Gine göremezseniz, incittiklerinizle barışın! Gine Göremezseniz cömertlik yapın!

* * *

Kardeşim ben seni kalben çok seviyorum deyin. Çünkü onun kalbine senin sevgin girer.

* * *

Âşık Abdullah sararıp solma, Gelen Mevla’dan başkasından bulma! Sevdiğin bir yere çok gidip gelme; Kesilir muhabbet, itibar olmaz…

* * *

Ruhu sultanlaştırmak lazım! Ruha yön vermek lazım! Ruhu olgunlaştırmak lazım! Ruhu eğitmek lazım!

* * *

Kalbiniz nurlanmazsa; ne hakkı ne batılı ayıramazsınız.

* * *

Nefsimiz firavundan da nefsimiz ebu cehilden de kötü! Allah’ı sevmenin yolu nefsânî fıtratı bilmek ve onu önlemektir.

* * *

Kalplerimiz “Nazargâhı İlahi”dir.

* * *

Muhammed’i seven Muhammed’den bahseder, zikri seven zikirden bahseder, Allah’ı seven Allah’tan bahseder, evliyayı seven evliyadan bahseder ama diğer nar ehline geldi mi hiç dokunmaz.

* * *

İhlâs olsa aşk olmasa, amel olsa aşk olmasa, Kur’an olsa aşk olmasa, âlim olsa aşk olmasa, müderris olsa aşk olmasa bir işe yaramaz

* * *

Aşk olsun, aşkınız nur olsun, Allah cümlenizden razı olsun.

* * *

Her şeyin başı AŞK! AŞK! AŞK!

* * *

Huzur ancak “Zikir” ile olur.

* * *

Allah’ı sevelim, Allah’ı da sevdirelim. Muhammed’i sevelim, Muhammed’i de sevdirelim. Yolumuzu sevelim, yolumuzu da sevdirelim.

* * *

Allah’ı zikrettiğinizde hem kalbiniz hem diliniz güzel olur. Dil kalbin tezgâhtarı, kalpte ne varsa dil onu söyler.

* * *

Allah’ı sevmek imandan, Peygamberi sevmek İslam’dan, eşini sevmek nefisten çocuğunu sevmek şefkat ve merhametten…

* * *

Hiç kimseyi incitmeyin, incinin, size ne derlerse desinler ‘‘EYVALLAH”deyin…

* * *

Müslüman başkasının ayıbını görmez, örter.

* * *

Camileri süsleyen cemaatlerdir; Bülbül olmayınca kafes neye yarar, altından bile olsa…

* * *

Allah’ın kapısında veziri yok! Herhangi bir yere gittiğimiz zaman, hemen adamları karşılar, randevu alın, şu saatte gelin der ama Allah’ın kapısında veziri yok…

* * *

Hayvanlar dâhil herkes Kuran’ı anlar, kendince…

* * *

Bugün insanların bozulması Peygamber nurunun azlığından değil, İnsanların Sünnet’e uymamasındandır.

* * *

Dert Çekmeden Bal Yenmez

* * *

Aklım Allah, Fikrim Allah, Daim Allah, İllallah…

* * *

Zulmeden insan hem dünyada hem de Ahiret’te pişman olur!

* * *

Allah’ı sevmenin alâmeti emirlerini tutmak, Peygamberi sevmenin alâmeti hüsnü ahlâk!

* * *

İhlâs yaptığın bir iyiliğe karşılık beklememektir. Siz İnsanlara İyilik yapın, Allah bilir.

* * *

Kötülüğe geldi mi pek çok, iyiliğe geldi mi engel çok!

* * *

Nasıl bal arısı bal yaparsa, eşek arısı da vazifesini yapacak. Eşek Arısı hem bal arısını sokar, hem balını yer, hem de insanı sokar

* * *

Kim Allah’ı zikrederse, kim Allah’ı severse, Allah onu sever.

* * *

Nefse Göstereceğiz; Allah’ın yolunu, Kuran’ın yolunu, şeytanın ve nefsin yolunu…

* * *

Namaza gevşek davranmayın! Devamlı abdest tazeleyin! Namaz Vuslattır. Allah’ı sevmeye, yönelmeye, kavuşmaya en yakın namazdır.

* * *

Allah’ın kapısını çalalım, Allah’tan başka gidecek kapı yok.

* * *

Kişinin sevdiğini görmesi lazım, şeyhini seven şeyhini görmeli, pirini seven pirini görmeli, peygamberini seven peygamberini görmeli, Kuran’ı seven Kuran’ı görmeli.

* * *

İnsan dünyada şunlar üzere imtihan edilir: İllet, Gıllet, Zillet

* * *

Bir kişi vardır, soru sormak istediğinde sorusunun cevabını alır. Bir kişi vardır, soru sorarak öğretmek ister, oda sorup öğrenir. Bir kişi vardır, mahcup etmek için sorar mahcup olur.

* * *

Bir ev kurulmuyor; Başlanmayınca! Bir kimse veli olmaz; Taşlanmayınca! Bir kul murada ermez; Sabretmeyince!

* * *

İyiliğe iyiliği, HER adam yapar, İyiliğe kötülüğü, ŞER adam yapar, Kötülüğe iyiliği, ER adam yapar.

* * *

Zikrullah bir nurdur. Onu sönmekten koruyan cam fanus ise sohbet ve ilimdir. Eğer ilminizi geliştirmezseniz, iki ayaklı bir şeytan nurunuzu üfleyip söndürür.

* * *

Dikkat ediniz! Kişi güneşe yüzünü döndü mü, gölgesi arkasında kalır. Artık o nereye giderse gitsin, gölgesi hep peşinden gelir. Lakin kişi güneşe arkasını dönerse gölgesi hep önünde kalır. Ne kadar uğraşsa da gölgesini yakalayamaz. İşte bunun gibi, insan, Allah’a yüzünü dönerse; mal-mülk, aile ve çoluk çocuğu aynı gölgesi gibi onun peşinden koşar. Fakat kişi Allah’a arkasını dönerse o kişi mal ve iyalim peşinden ne kadar koşarsa koşsun, gölgesini tutamayacağı gibi onlara nail de olamaz.

* * *

Herkes gül ben yonca, herkes evliya Ben onların hizmetçisiyim…

ABDULLAH BABA (K.S) HAZRETLERi’NiN DERViSLERiNE TAVSiYESi

Derviş sürekli abdestli dolaşmalı “Abdest mü’minin silahıdır.” Sizi adım adım takip eden “apaçık bir düşman”ın (şeytan ve nefs) varlığında silahsız dolaşmayınız. Bunu tabiat haline getiriniz. Resûlu’llâh salla’llâhu aleyhi ve selem buyuruyor ki “Benim ümmetim Kıyamet gününde (bedenlerindeki) abdest asarından dolayı yüzü nurlular, elleri, ayakları segililer diye (mevkıf-i hesaba veya mizan başına) çağrılacaklardır” buyurmuştur.

Başka bir hadisi şeriflerinde Efendimiz (S.A.V) “Abdestli olarak ölen, ölüm acısı çekmez. Çünkü abdest îmânlı olmanın alâmetidir. Namazın anahtarı, bedenin günâhlardan temizleyicisidir.

“Müslüman abdest alınca, günâhları kulağından, gözünden, elinden ve ayağından çıkar. Oturunca, mağfiret olunmuş olarak oturur.”

“Amellerin en hayırlısı namazdır. Abdeste devam edenler, ancak mü’minlerdir. Mü’min gündüz abdestli olmalı, gece de abdestli yatmalıdır. Böyle yapınca, Allahü teâlânın korumasında olur. Abdestli iken yiyip, içenin karnındaki yemek ve su zikreder. Karnında kaldıkları müddetçe, onun için istiğfâr ederler. Abdestli dolaşmak bu kadar önemlidir kardeşlerim.

İkincisi derviş seherde uyanık olur sabah namazını kılar arkasından Allah’ı zikreder, güneş doğduktan kırk beş dakika sonra işrak namazını kılar Peygamber Efendimiz; Her kim ki, cemaatle sabah namazını kılar, (namazdan) Sonra güneş doğuncaya kadar (cemaatle veya tek olarak) zikrullah yapar, bundan sonra da iki rekât namaz kılarsa; onun için tam bir hac ve umre sevabı vardır. Tam bir hac ve umre sevabı vardır. Tam bir hac ve umre sevabı vardır. (Tirmizi)buyurmuşlardır, işte derviş bunu da yapar.

Daha sonra işine veya okuluna gitmek için evden çıkar dışarı çıktığında dünya kelamı etmeden hemen derhal yedi ayet-el kürsi, okur birincide sağ tarafına, ikincide ön tarafına, üçüncüde sol tarafına, dördüncüde arka tarafına, beşincide göğe, altıncıda yere üfürülecek, yedinciyi de okur içine çeker. Daha sonra besmele ile işine koyulur Allah’tan hayırlı helal rızık temennisi ile işine başlar dili daima Allah’ı zikreder. Güler yüzlü, tatlı dilli olur insanları incitmez, hatalarını aramaz ayıplarını örtücü olur.

Vakti var ise sabah saat 9–10 gibi 4 rekat duha namazı kılarPeygamberimiz (S.A.V); “Duha namazına ancak evvab (kendini Allah’a adayan) kişi devam eder” (Taberani)buyurmuştur.

Öğle namazının son iki rekât sünnetini dört rekât olarak kılar. Çünkü öğle ve yatsı namazının son sünnetlerini iki rekâttan dört rekâta tamamlamak müstehabdır.

“Kim Öğleden önce dört öğleden sonrada dört rekât namaza devam ederse Allah (cc) muhakkak onu ateşe haram kılar.”(sünen ashabı)

Akşam namazından sonra altı rekât Evvabin Namazına devam eder

“Kim akşam namazından sonra altı rekât namaz kılarsa denizköpüğü kadar olsa bile günahları bağışlanır.” (Taberani)

Yatsı Namazının son iki rekât sünnetini dört rekât olarak kılar. Zira Yatsı namazının son iki rekâtını dörde tamamlamak müstehabdır. (sünen ashabı)

“Öğlenin farzından önce kılınan dört rekât, yatsının farzından sonra kılınan dört rekât namaz gibidir. Yatsıdan sonra kılınan dört rekât namaz, Kadir gecesinde kılınan dört rekât namaz sevabına eşittir.” (Taberani)

Derviş gece yatmadan önce iki rekât namaz kılar ve daha sonra Peygamber (sav) Efendimiz’in sünnet-i seniyyesi üzere yatağına yatmadan şu duaları okur:

Üç defa Kevser

Üç defa İhlâs-ı şerif

Üç defa Felak suresi

Üç defa Nas suresi

Bir defa Fatiha-i şerife

Bir defa da Ayetel kürsi okur; vücudunu mesh eder

Otuz üç defa Subhanallah,

Otuz üç defa Elhamdülillah,

Otuz dört defa Allah-ü Ekber, deyip sağ tarafına döner, ayaklarını toplar ve Allah’ı zikrederek yatar.

Derviş geceleyin kalkarak Teheccüd namazını eda eder. Teheccüd namazının ardından sabah namazına kadar zikrullah ile meşgul olur.

“Gece namazı kılmalısınız. Çünkü bu sizden önceki salihlerin âdetidir. Zira gece namazı kişiyi Allah’a yaklaştırır, günahlardan alıkor. Kötülüklere kefarettir. Bedenden hastalıkları giderir.” (Tirmizi)buyurmuştur.

Derviş farzları yerine getirdikten sonra nafileler yoluyla yakınlık yoluna girer “…onun işiten kulağı, gören gözü, tutup yakalayan eli… Olurum.” deniliyor. Evet, bu ifadeler bir manada müteşâbih olsa da, hadiste nafileler yoluyla daha derince bir yakınlığa ulaşmanın mümkün olduğu vurgulanıyor.

Bu husus, nafilelerin “cebrenlinnoksan” (eksikleri kapama, yarayı sarma) vazifesi görmeleri itibarîyledir. Yani farzlarda eksiği, kusuru olan insan; nafilelerle onu telafi ettiği için, farzlarla arzulanan netice, nafilelerle elde ediliyor. Öyleyse, ana atkılar yine farzlardır. Nafileler ise; onların üzerindeki dantelâ gibi işlenmiş nakışlar…

Bunun haricinde derviş sıkıntılı olduğunda Allah’a yönelmelidir. İki rekât namaz kılmalıdır. Sabır ve namaz bütün sıkıntıların ilacıdır. Kur’an-ı Kerim’de mealen buyruluyor ki:

“Ey iman edenler, Allah’tan sabır ve namazla yardım isteyiniz. Allah-ü Teala elbette sabredenlerle beraberdir.” (Bakara – 153)

Derviş bir Camiye girdiği zaman da iki rekât Tahiyyetül-Mescit namazı kılar.

Tahiyye, selam vermek anlamına gelir. Tahiyyetül-Mescid de; mescide selâm vermek demektir. Mescide ilk giren kimsenin, Mescidin Rabbine selâm vermesi ve O’nu yüceltmek amacıyla iki rekât namaz kılması menduptur.

“Sizden her kim mescide girerse; iki rekât namaz kılmadan oturmasın.” (Buhârî)buyurmuştur.

Derviş bir türbeyi ziyarete gittiğinde usulüne göre hareket eder; Evliya’nın türbesini ziyaret etmek için kabrin başına vardığının da

Dergâh selamı verir. Arkasından;

11 İhlâs-ı Şerife

3 Felak suresi

3 Nas suresi

1 Fatiha suresi okunduktan sonra Peygamber (sav) Efendimizden itibaren bağışlama yapılır. Orada metfun bulunan evliyanın ruhuna da hediye edilir. Hediyesi verildikten sonra, Derviş; orada yatan zat’a müntesib olduğu üstadının selamını söyleyip kendini tanıtır.

Sonra destur alır, sırasıyla Tevhid-i şerif, Lafza-i celal, Hay, Hu, esmalarını okur. Daha sonra Kur’an-ı Kerim okuyup dua edilir. Yapılan zikrin, okunan Kur’anın ve yapılan duanın sevabı dahi, yine Peygamber (sav) Efendimizden başlamak üzere silsile-i saadete hediye edilir. Ve dergâh selamı verilerek oradan çıkılır.

İşte bir dervişin günlük hayat içerisinde yapması gerekenler bu şekildedir. Şayet kişi bu reçeteye uyacak olur ise Allahın izniyle manen çok istifade eder.

Her farz namazdan sonra 14 defa ya Vehhab okuruz. Bu üstadımıza verilen bir tesbihattır oda evlatlarına bunu uygulamaları için tavsiyede bulunuştur. Vehhab (cc) ismi, çok verici, çok genişletici anlamındadır.

Birde farz namaz kılındıktan sonra 33 defa subhanallah,33 defa elhamdülillah,33 defa Allahü ekber tesbihatına da muhakka devam edin zira Peygamber Efendimiz “Kim, farz namazı bitirince, yerinden kalkmadan bir defa Âyet-el kürsiyi okuyup 33 defa Sübhanallah, 33 defa Elhamdülillah, 33 defa Allahü ekber derse, 99 olur. Bir defa da La ilahe illallahü vahdehü la şerike leh lehül-mülkü ve lehül-hamdü ve hüve ala külli şeyin kadir, dese Hak teâlâ o kişinin günahlarını affeder.”buyuruyor.

Sahabenin Fakir olanları Ya Resulallah; zenginler derece ve nimet bakımından bizi geçtiler. Biz namaz kılıyoruz, onlar da kılıyorlar; biz oruç tutuyoruz, onlar da tutuyorlar; fakat onlar, zekât, sadaka veriyor, köle azat ediyor, biz edemiyoruz dedikleri zaman,

Peygamber efendimiz buyurdu ki:

Sizden üstün olanlara yetişebileceğiniz, sizden aşağı olanları geçebileceğiniz ve sizin yaptığınız gibi yapanlar hariç, sizden başka kimsenin üstün olamayacağı bir şey öğreteyim. Her namazın sonunda 33 defa Sübhanallah, 33 defa Elhamdülillah, 33 defa Allahü ekber, bir kere de “Lâ ilâhe illallahü vahdehü lâ şerike leh lehül mülkü ve lehül hamdü ve hüve ala külli şey’in kadir” söyleyin! Fakirler, Zenginler de bizim gibi tesbih çekip, yine bizi geçiyorlar dediklerinde, Resulullah efendimiz buyurdu ki: Bu, Allah-ü Teâlâ’nın fazlıdır, dilediği kimselere verir.(Ebu Davud)buyuruyor.

Derviş günlük kıldığı beş vakit namazlardan sonra da

166 Tevhid,

33 Ya Allahu,

100Ya Mümin,

100 Ya Latif,

33 defa selamun gavlen mirrabbirrahim okur.

Allah-ü Teala bizleri söylediklerimizle sizleri de işittiklerinizle amel etmeyi nasib eylesin Allah-ü Teala seveceği gibi eylesin